
Saturn Terazi veya Saturn 7. Evde
Share
Saturn Terazi veya Saturn 7. Evde
Saturn: A New Look at an Old Devil- Liz Greene çevirisi Nuray Kurtuluş
Satürn’ün Terazi burcuna yerleşmesi, astrolojik olarak onun yüceldiği bir konuma işaret eder; bu konum, sadece geleneksel bir yücelme anlamı taşımaz, aynı zamanda sorumluluk, adalet ve içsel dengeyi arayan bir ruhsal çağrının da sembolüdür.
Modern astrolojide yüceltme ve düşüş kavramları basit teknik terimler olmaktan çıkmış, ruhsal gelişim açısından derin anlamlar taşır hale gelmiştir; bu nedenle Satürn’ün Terazi’deki konumuna özel bir dikkatle bakmak gerekir.
Yedinci ev, yalnızca evlilik ilişkilerini değil, aynı zamanda bireyin açıkça karşısına çıkan düşmanlarını ve kendini yansıttığı tüm diğer kişileri temsil eder; bu ev, “ben” ile “öteki” arasındaki en doğrudan aynayı tutar.
Bu evde yansıtılan, bireyin bir eşte aradığı veya düşmanlarında gördüğü özelliklerdir; yani hem özlem duyduğu tamamlayıcılık hem de içsel çatışmalarının sahneye taşınmış hali bu alanda görünür olur.
Yedinci ev, bireyin karakterinin eksik yanlarını tamamlayacak olan “ideal eş” arketipini içerirken, aynı zamanda bilinçaltında çözülmemiş meselelerin başka kişilere yansıması yoluyla bireyin kendisiyle karşılaşma alanıdır.
Evlilik, burada yalnızca bir fiziksel birliktelik olarak değil, bireyin iç dünyasındaki bütünleşme ihtiyacının bir dışavurumu olarak sembolize edilir; kişi, dış dünyada neyi arıyorsa, içsel olarak da onunla yüzleşme çağrısı içindedir.
Uzun zamandır bu ev ve onun Terazi burcuyla olan ilişkisi yüzeysel biçimde romantik birlikteliklerin alanı olarak yorumlanmış olsa da, aslında burada işleyen psikolojik mekanizma çok daha derin ve bilinçdışına uzanan bir yapıya sahiptir.
Çünkü “öteki” dediğimiz her figür, aslında kendi içimizdeki reddedilmiş veya bastırılmış parçalarımızın dış dünyadaki yansımasıdır; evlilikte ya da ilişkilerde denge, kişinin içsel parçalarıyla barışmasına bağlıdır.
Bir kişi olarak ifade edemediğimiz yönleri başkalarında arar, onları büyüleyici buluruz; buna karşılık, kendimizde bastırdığımız ya da inkar ettiğimiz yönleri başkalarında görünce öfke, nefret ya da korku duyarız.
Bu nedenle, bireyin içsel olarak tamamlanmadığı sürece kurduğu hiçbir dışsal birliktelik ona gerçek anlamda bir bütünlük hissi veremez; her ilişki, ancak içsel evlilikle orantılı olarak tatmin edici olabilir.
Evliliğin gerçekliği, yüzeysel uyumdan çok, bireyin kendi içinde yaşadığı bütünlüğün dışsal bir tezahürü olabilir; aksi takdirde, kurulan birliktelik bir illüzyon, bir projeksiyon oyunu olur.
Bu bakış açısı ilk başta karamsar gibi görünse de, aslında umut taşır; çünkü kişi kendi iç dünyasında ne kadar derinleşirse, dış dünyada da o ölçüde bilinçli ve tatmin edici ilişkiler kurabilir.
Satürn’ün yedinci evdeki yerleşimi, bireyin dışsal birlikteliklerden çok, kendi içinde bir sentez yaratma gerekliliğiyle karşı karşıya kaldığını gösterir; zira onun aradığı nitelikler genellikle karşısındaki kişi tarafından kolaylıkla ifade edilemez.
Bu nedenle, Satürn burada bireyi içe döndürür; başkalarında aradığı şeyleri kendinde inşa etmedikçe, yalnızlık, hayal kırıklığı ve reddedilme deneyimleri kaçınılmaz olabilir.
Bu yerleşim, ruhsal anlamda “coniunctio” yani içsel evlilik süreciyle benzeşir; birey bu yolculukta, karanlık ve kaosun içinden geçerek bir sentez ve anlam doğurmak zorundadır.
Satürn’ün yedinci evdeki klasik yorumu, evlilikte ya da yakın ilişkilerde yaşanan zorluk, kısıtlanma ve acı deneyimlerdir; fakat bu zorluklar dışsal bir kaderden çok, içsel gelişim için davet niteliği taşır.
Genellikle yaşanan problemler bireyin hatası gibi görünmez; Satürn burada dış dünyada bir “kader eli” gibi çalışır ve sorumluluk daima “öteki”ne yüklenir.
Yedinci evdeki gezegenlerin genel özelliği budur: İyilik ya da kötülük, mutluluk ya da hüsran sanki hep başkaları tarafından getirilir; oysa bunlar bireyin içindeki ihtiyaçların ve bastırılmış çatışmaların dışa yansımalarıdır.
Yedinci evdeki Satürn’ün kısıtlamaları genellikle oldukça somuttur; yalnızlık, ilişki eksikliği ya da ilişkilerde kendini ifade edememe gibi yaşam deneyimleriyle bireyin karşısına çıkar.
Bu konum, bazen bireyi baskılayan, yaşça büyük, ciddi, belki maddi açıdan güçlü ama duygusal olarak uzak bir partnere yönlendirebilir; böyle bir partner, bireyin büyümesine değil, yük haline gelmesine sebep olabilir.
Bazen partner fiziksel ya da psikolojik olarak hasta olabilir, bazen de bağımlı, talepkâr, kısıtlayıcı ya da bireyi terk edici özellikler taşıyabilir; bu durumlar dışsal olarak “kötü şans” gibi algılansa da, aslında ruhun içsel çağrısına işaret eder.
İlk etapta her şey yolunda gider gibi görünür; ama evlilik bağı kurulduktan sonra gerçek yüzler ortaya çıkar ve birey kendine şu cümleyi söyler: “Onu tanıdığımda böyle olacağını bilmiyordum.”
Aslında ilk tanışma anlarında bilinçdışımız çok şey fark eder; çünkü bilinçdışı, binlerce ince işareti sezgisel olarak algılar; doğa da bu tür sinyallerle çalışır.
Fakat bu sezgiler, bireyin bilinçli arzuları ile çatıştığında çoğunlukla bastırılır ya da görmezden gelinir; bu yüzden ilk başta hissettiklerimize kulak tıkamak, ileride pişmanlıkla sonuçlanabilir.
Benzer olan benzeri çeker ve kişi içsel ihtiyaçlarına uygun kişileri hayatına davet eder; bu nedenle birinin sonradan değiştiği sanısı çoğu zaman yanılgıdır, asıl mesele ilk başta yapılan içsel seçimin farkında olunmamasıdır.
Bu da bizi Satürn’ün öz doğasına götürür: İçsel dürüstlük ve sorumluluk bilinci olmadan, sağlıklı bir birliktelik mümkün değildir; yedinci evdeki Satürn, bireyi bu bilinci kazanmaya zorlar.
İnsan neden kendisini kısıtlayacak, incitecek, hayal kırıklığına uğratacak bir partneri seçer? Bu sorunun cevabı, bireyin kendiyle savaş halinde olması ve bu savaşı bilinçsizce bir başka kişide canlandırmasıdır.
Bir partner seçimi, çoğunlukla bireyin kendi içindeki çatışmaların dış dünyaya yansımasıdır; kişi, kendiyle barışmadıkça, bir başkasıyla kurduğu ilişki de huzur getirmez.
Bu yerleşimin ardındaki ortak tema, bireyin gerçek ve derin bir ilişki kurmaktan kaçınmasıdır; çünkü Satürn, kırılganlık ve bağımlılıktan doğan tehlikelere karşı bir savunma mekanizması geliştirir.
Fakat birey bunu genellikle bilinçli olarak yapmaz; dış dünyada “güvenli” olarak seçtiği partner, aslında onun içsel korkularının bir yansımasıdır.
Bu güvenli partner çoğu zaman soğuk, mesafeli, güçsüz ya da bireyle derin bağ kuramayacak kadar kapalıdır; bu da kişiye birlikteliğin başarısızlığı için bir “günah keçisi” sunar.
Oysa esas mesele, bireyin kendisinin gerçek bir bağ kurmaktan kaçmasıdır; suçlama ise çoğu zaman karşı tarafa yönlendirilir.
Bu durum, bireyin ruhunun derinliklerinde yatmakta olan, birlikteliğe izin vermeyen bir içsel yapıdan kaynaklanır; görünüşte karanlık olan bu gerçek, aslında daha anlamlı bir ilişkinin temelini atabilir.
Çünkü burada ima edilen şey, evliliğin dışsal yapılarla değil, içsel bütünlük ve ruhsal değerlerle anlam kazanabileceğidir.
Satürn’ün yedinci evdeki sembolü, resmi yapıya aşırı önem verilse bile, gerçek anlamda içsel bütünlüğün sağlanmadığı durumlarda evliliğin boş bir forma dönüşebileceğine işaret eder.
Bu yerleşim yalnızlıkla sonuçlanabilir, fakat bu yalnızlık bir ceza değil, içsel evliliğe bir çağrıdır; birey, başka birine bağımlı olmaktan çok, kendi ruhsal merkezini keşfetmeye davet edilir.
Buradaki Satürn, yalnız kalmayı zorunlu kılmaz; tam tersine, ruhsal açıdan gelişmiş, bilinçli seçimlerle kurulan birliğin mümkün olabileceğini gösterir.
İki bireyin kendi merkezlerine sahip olmaları ve birbirlerine özgürce yönelmeleri durumunda, gerçek ve derin bir birliktelik doğabilir.
Yedinci evdeki Satürn, genellikle incinme, reddedilme ve yalnız kalma korkusuyla örülü ilişki kalıplarını ortaya çıkarır; bu durumlarda kişi, aslında neyi verdiği değil, neyin eksik kaldığı sorusuyla yüzleşmelidir.
Satürn sık sık “veren ama karşılık görmeyen” kişi gibi görünür; fakat gerçekte, duygusal derinlikten ve koşulsuz sevgiden kaçınan biridir.
Bu kişi hem yalnızlıktan hem incinmekten korkar; bu nedenle de hiçbirine tam olarak teslim olamaz.
Bazı durumlarda, kişi reddedilmektense terk eden taraf olmayı seçer ve dış dünyaya duygusuz, mesafeli bir imaj çizer.
Bu Satürn’ün gerçek doğası değildir, ancak en sık giydiği maskelerden biridir; zırhının altında ise aşırı hassasiyet ve kırılganlık yatar.
Bu yüzden, aşk yerine güvenliği seçer; görev bilinciyle yaptığı bir evlilikte, ileride ruhunu feda ettiğini fark eder.
Bu durumda, içsel boşluğu daha da derinleştiren bir fedakarlık illüzyonu yaşanır; kişi, gerçekliği bastırdığı sürece yalnızlık onunla kalır.
Yedinci evdeki Satürn, ilişkileri maddi güvenceye dayandırmak ister ama çoğu zaman bu seçimler daha büyük bedellerle sonuçlanır.
Çünkü Satürn, hakikati arayan bir gezegendir; sahte değerlere, yüzeysel bağlara uzun süre tahammül edemez.
Bu nedenle, bireyin yalnızlıkla yüzleşmesi, bir ceza değil, ruhsal uyanışın kapısını aralayabilir.
Satürn, köşe evlerden birinde yer aldığında, yaşam olayları bireyi kendi iç derinliğini keşfetmeye zorlar.
Yedinci evde bu zorlayıcı etkiler, evlilik veya ortaklık yoluyla ya bir ıstırap alanı ya da büyüme fırsatı haline gelir.
Bu seçim bireyin elindedir; ancak önce bu seçeneğe sahip olduğunu fark etmesi gerekir.
Yoksa yaşadığı acılar, kötü kaderin değil, sadece bilincin henüz uyanmamış olmasının sonucudur